Cevap: Bu sorunun cevabında dikkat edilmesi gereken ilk nokta, her Müslüman bireyin ne olacak diye somut neticeyi değil, Yüce Allah karşısında kendi vazifesini öğrenmeyi ve vazifesini ifa etmeyi düşünmesinin gerekliliğidir. Eğer vazife belirginleşirse, insan Allah’a tevekkül ederek var gücüyle vazifeyi yerine getirmek için çaba göstermelidir. Bu durumda netice ne olursa olsun Allah’ın salih kulu için hayır olacaktır. Ama İslam’ın yüksek hedeflerinin birçoğunun tahakkuk etmesi, toplumun iyilik ve hayra ulaşması ve şeriat hükümlerinin çoğunun uygulanması, İslam hakimiyetinin tesisine bağlı olduğu için, Ehlibeyt İmamları (a.s) her zaman İslami bir hakimiyet tesis etmeyi ve toplumun yönetimini ele geçirmeyi asıl vazifelerinden biri olarak addetmişlerdir. Eğer belirli zamanlarda bu hedefi takip etmemişlerse, bu, toplumdaki şartların uygunsuzluğu ve insanlardaki alt yapının buna müsait olmamasındandı.
Elbette, siyasi hakimiyet özü itibariyle, Allah’ın velileri ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) nezdinde hiçbir değere sahip değildir; çünkü onlar dünyanın zahirî imkânlarını önemsememişlerdir. Din ve semavî şeriatın çoğu hükümlerinin icra edilmesi salih ve güçlü bir hakimiyetin varlığına bağlı olduğundan dolayı bunu önemsemişlerdir. Zira bizzat yönetici olanlar, yasaları bilir ve onları icra ederse, toplum adalet ekseninde kalacak ve ilerleme kaydedecektir. Gerçi her zaman rahatsız edici, günahkâr ve menfaatçi bireyler veya bazen vazifesini bilmeyen cahil fertler nedeniyle bir takım sorun ve sıkıntılar çıkacaktır, ama toplumun genel gidişatı müspet olacaktır. Öte yandan güç ve hakimiyetin salih olmayan bireylerin elinde olduğu her toplumun altyapısı, her çeşit bozgunculuk ve adaletsizliğe müsait hale gelecektir ve böyle yöneticilere uyan bir toplum da asla saadet yüzü görmeyecektir.
İmam Hüseyin’in (a.s) misyonu işte buydu ve o şöyle buyurmuştu: “Ben beyhude ve bencil bir çabayla bozgunculuk ve zulmetmek için kıyam etmedim. Ben sadece ceddimin ümmetini ıslah etmek için kıyam ettim ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve ceddim ve babamın yolundan gitmeyi amaçladım.”
Başka bir tabirle İmam Hüseyin’in (a.s) hareket ve kıyamının asıl nedeni, iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı ihya etmek ve de “Halife ve İslam hükümdarı kim olursa olsun ve ne cinayeti işlerse işlesin, yine de Allah’ın halifesidir ve kendisine itaat edilmesi farzdır.” diye bazı Müslümanlar arasında yaygın olan ve inanılan yanlış düşünceyi ortadan kaldırmak için zalimlere karşı yapılan İlahi bir kıyam ve harekettir. Bu açıdan bakıldığında İmam Hüseyin’in kıyamı başarılı olmuş ve neticeye ulaşmıştır; zira İmam Hüseyin (a.s) ebedi kıyamıyla uzun vadede düşünce, yol ve yöntemi sapık olan halifenin sultasını ortadan kaldırmada başarılı oldu ve tüm Müslümanlara halifenin kanun koyma veya devlette en küçük bir hakkı bile olmadığını ve kanun koymanın Allah’ın kitabı, Peygamber’in sünneti ve bu ikisine dayanan unsurlara özgü olduğunu kavrattı. İmam Hüseyin’in (a.s) hareketi olmasaydı, bugün Hıristiyanlıkta görüldüğü gibi, İslam hükümlerinin birçoğu değiştirilmiş ve tahrif edilmiş olarak elimize ulaşacaktı. İmam Hüseyin (a.s), yalancı müfteriler ve düşmanlar tarafından İslam’ın açık din hükümleriyle oynanması karşısında bir engel oluşturmak için ayaklanmıştır. Bu açıdan mübarek kıyamı başarılı olmuş ve hakikatin peşinde olanlar için gerçek İslam’ın parlak çehresini ve gerçek Muhammedi çizgiyi hak taliplerine göstermeyi ve bunu ebedileştirmeyi başarmıştır.